2009/12/30
sıfır kilometre
zırvalayan: gü at 9:36 PM 0 comment allez-vous?
2009/12/27
laissez-faire (bırakınız yapsınlar--çiş)
zırvalayan: gü at 12:49 AM 2 comment allez-vous?
2009/12/24
simplicity sana kurban olem!
zırvalayan: gü at 4:19 PM 4 comment allez-vous?
2009/12/22
memories of future.
zırvalayan: gü at 1:07 AM 3 comment allez-vous?
2009/12/20
menüde ben varım, naaaber?
zırvalayan: gü at 11:11 AM 8 comment allez-vous?
yaaaa yaaaaaağğğğ yağma yaaaaaa!
Ya bi güncük daha duramadın di mi! Bi gün istedim yaa! 45 dakkada bi sürü tuttun kalleş kar! Kim bilir sabah nası güzel, nası davetkar, nası sessiz, nası huzurlu, nası hoş kokulu olacaksın! Ama ben kıçımı sandalyeden kaldıramıcam zira daha sadece 3 sayfa yazabildim! Ah kalleş kar! Nası içimde kaldın daha şimdiden! Geçen sene de kaçırmıştım ilk güzel karı. Seneye, na buraya yazıyorum, daha okul bitmeden paperları bitiricem, pencerenin önüne konuşlanıcam, elime sıcak çikolatamı alıp seni beklicem! Cebimde de alternatif kardanadam burunları olacak. Ben diyeyim istanbulda vapurlarda satılan limon sıkacaklarından, sen de armut.
zırvalayan: gü at 1:12 AM 0 comment allez-vous?
2009/12/18
her canlı bir gün bereyi tadacak!
İşin kötüsü, anladım ki son zamanlarda yatıya gelen babanne edasıyla tepeme çöken bu baş ağrısının nedeni bere takmayıp kafayı üşütmem (fiziksel olarak kafayı üşütmek. ama öte yandan bu soğukta bere takmamak için de zihinsel yönden kafayı üşütmüş olmak lazım). Çok nefret ediyorum bere takmaktan. Hem kafamda bişi olmasından çok rahatsız oluyorum, ondan. Bi de, bi insana bere bu kadar yakışmaz! Ay nası çirkin nası çirkin oluyorum belli değil. Seneye cadılar bayramını tek bir bereyle kutlasam olacak. Yani güzel görünmeye falan çok önem veren bi insan değilim, yeri geldiğinde gayet bok gibi de çıkarım evden, hiç acımam. Ama bereyle öyle böyle değil!
Bugün kendimce bi orta yol bulup alınlık taktım. İstanbul'da çibo'dan aldıydım, tabi ki de hiç kullanmadıydım. Zira o da yakışmıyo bilader! Ama artık hadi ölümüm sinüzitten olmasın, kafamın içi sümük dolmasın diyerekten taktım. Sırf 10 dakka saçları içinde mi bıraksam dışına mı çıkarsam diye düşündükten sonra dışında karar kıldım. Peruk gibi oldu ama saçlar. Hadi akşam akşam çıktım böyle. Ama gündüz vakti hayatta çıkmam. Allaaam baş ağrısı kaderim olmamalı! Hayır geçen sene de sadece bi gün taktım ben bere, o zaman niye ağrımadı kafalaaaam? Sanırım böyle içinde full kaybolacağım bi bere alıp kendimi tamamen görünmezliğe bırakmalıyım. Hatta evet öyle yapıcam. Zaten öyle dikkat çeken bi kız değilim, iyice yok olayım, silineyim böylece! püfffffff!
Eve gelmeden önce kütüphanede Marco Paul's Adventures in Pursuit of Knowledge: City of Boston diye bi kitap buldum. Sene 1843. Şimdi incelemeye korkuyorum başlar ve bırakmam diye ama çok heyecanlıyım. Bi kere Marco Paul! Yani ben senin Marco Polo parodisi çıkma ihtimalini sevdim! Sonracığıma gezi edebiyatı. Master tez konum. Ayrıca büyüyünce gezi edebiyatçısı olcam, amin. Son olarak da Boston! Belki misafirlerimi götürücek yeni yerler keşfederim Marco'dan. Hep aynı yerlere götürüp duruyorum herkesi. Her misafirle aynı noktada farklı resimlerim var kıhkıh. Gerçi 1843'ten beri çok şey değişmiştir di mi? Ama belki böyle kimsenin bilmediği doğa şaheserleri falan bulurum?
zırvalayan: gü at 7:53 PM 0 comment allez-vous?
2009/12/17
decolonizing the seksapel, reclaiming the sıcacıklık: the figure of tozluk in gü's stupid blogs
Şimdi telefonla konuştum, bana yoğunluktan geçen gün sürmelaj olduğunu anlattı. Zaten ses tonu falan da bi terelelliydi. Zavallım, hayatının ilk 30 yılının tüm boşa geçen zamanları tepe taklak olup iş olarak döndü kızcağıza hayatının ikinci yarısında. Övünmek gibi olmasın, şeher tiyatrolarında müzikallerde oynuyo. Günde 10 saate yakın prova varmış yeni bi oyun için, akşamları da temsil (kabare ve yaşar ne yaşar ne yaşamaz--yaşar pek güzel, öneririm. kabareye gidemedim malesef, ben türkiyedeyken temsil olmadı). Üzüldüm haline. Öte yandan kainat böyle adalet dağıtıcı bi kurumsa, çok çalıştığım-çalışacağım bu 5 senenin bi kıyağını görürüm heralde diye de umutlandım. Umut fakirin ekmeği. Napem..
ya işte, siz de iyi çocuklar olursanız bir gün şirinleri görebilirsiniz. neden olmasın?
Bu da böyle bomboş bi post oldu..
Hemen hanımkızlarımıza faideli bi öneri ekleyelim, boşlukları dolduralım. Siz de eğer benim gibi havanın eksi 8 derece olduğu bi günde inat edip kısa şort-dantel çorapla dışarı çıkıcam, 10 dakka yürücem ki bölüm partisine ulaşayım diyosanız, hemen şortunuzla aynı renk tozluklar edinin, evden çıkarkene o tozlukları şortun bi karış aşağısına kadar çekin. Gideceğiniz yere varınca tepiştiriverin çizmenin içine. Çok süper ısıtıyo, korkusuzca salıcam kendimi sokağa.
zırvalayan: gü at 6:10 PM 8 comment allez-vous?
c-garo mafyan
türk televizyonlarında olmayacak iş deFacto'dan:
boğazım ağrıyo, uzun yazamıcam. ?
zırvalayan: gü at 11:25 AM 2 comment allez-vous?
erect, solemn, gigantic
zırvalayan: gü at 12:27 AM 5 comment allez-vous?
2009/12/15
nalet-i ruhiye
zırvalayan: gü at 11:17 AM 3 comment allez-vous?
2009/12/14
the Books That If You Had More Than One Life You Would Certainly Also Read But Unfortunately Your Days Are Numbered (alakası yok)
Amanıııın, becerdim! Vay anasını. Bilgisayar kullanma becerim 4 yaşındakilere yetişiyo galiba. Ne mutlu!
"So, then, you noticed in a newspaper that If on a winter's night a traveler had appeared, the new book by Italo Calvino, who hadn't published for several years. You went to the bookshop and bought the volume. Good for you.
In the shop window you have promptly identified the cover with the title you were looking for. Following this visual trail, you have forced your way through the shop past the thick barricade of Books You Haven't Read, which were frowning at you from the tables and shelves, trying to cow you. But you know you must never allow yourself to be awed, that among them there extend for acres and acres the Books You Needn't Read, the Books Made For Purposes Other Than Reading, Books Read Even Before You Open Them Since They Belong To The Category Of Books Read Before Being Written. And thus you pass the outer girdle of ramparts, but then you are attacked by the infantry of the Books That If You Had More Than One Life You Would Certainly Also Read But Unfortunately Your Days Are Numbered. With a rapid maneuver you bypass them and move into the phalanxes of the Books You Mean To Read But There Are Others You Must Read First, the Books Too Expensive Now And You'll Wait Till They're Remaindered, the Books ditto When They Come Out In Paperback, Books You Can Borrow From Somebody, Books That Everybody's Read So It's As If You Had Read Them, Too. Eluding these assaults, you come up beneath the towers of the fortress, where other troops are holding out:
the Books You've Been Planning To Read For Ages,
the Books You've Been Hunting For Years Without Success,
the Books Dealing With Something You're Working On At The Moment,
the Books You Want To Own So They'll Be Handy Just In Case,
the Books You Could Put Aside Maybe To Read This Summer,
the Books You Need To Go With Other Books On Your Shelves,
the Books That Fill You With Sudden, Inexplicable Curiosity, Not Easily Justified.
Now you have been able to reduce the countless embattled troops to an array that is, to be sure, very large but still calculable in a finite number; but this relative relief is then undermined by the ambush of the Books Read Long Ago Which It's Now Time To Reread and the Books You've Always Pretended To Have Read And Now It's Time To Sit Down And Really Read Them.
With a zigzag dash you shake them off and leap straight into the citadel of the New Books Whose Author Or Subject Appeals To You. Even inside this stronghold you can make some breaches in the ranks of the defenders, dividing them into New Books By Authors Or On Subjects Not New (for you or in general) and New Books By Authors Or On Subjects Completely Unknown (at least to you), and defining the attraction they have for you on the basis of your desires and needs for the new and the not new (for the new you seek in the not new and for the not new you seek in the new).
All this simply means that, having rapidly glanced over the titles of the volumes displayed in the bookshop, you have turned toward a stack of If on a winter's night a traveler fresh off the press, you have grasped a copy, and you have carried it to the cashier so that your right to own it can be established."
zırvalayan: gü at 12:28 AM 0 comment allez-vous?
2009/12/13
kestaneağası
İstanbul'dan bi arkadaşımı arayıp "Naber lan hıyarağası" diyesim geldi çok fena. Hatta saatin o saat diliminde sabah 5e geldiğine de aldırmadım, aradım. Ama neyseki telefonu kapalıydı. Yazık lan kıza, pazartesi sabahı "Naber lan hıyarağası" diye uyandırılmak sevdicek arakadaşı tarafından dahi olsa kötü olsa gerek. Hadi yırttı. Başka kanallardan taciz edicem artık. Ama öte yandan içimdeki bu "Naber lan hıyarağası" diyememe boşluğunu doldurmak gerek. O yüzden şahane bi bitki çayı yaptım. Adını da mutlu eden bitki çayı koydum. Çok a-yaratıcı di mi?
zırvalayan: gü at 9:50 PM 2 comment allez-vous?
2009/12/12
çikolata gibi yar, yatak gibi diyar olmaz
Ben şeyleri çok seviyorum (Perec'in Şeyler'i değil. Onu da seviyorum ama o ayrı bu ayrı şimdi). Şeylerden kastım basbaya şeyler işte. Mesela "şey" koleksiyonlarım: gidilen müzelerden kalem, silgi, kartpostal, gidilen ülkelerden magnetler, ayraçlar, defterler, mektup kağıtları, şarap mantarları, şemsiyeler, takvimler... Yani kullanım amacını yitirmiş ve de tarafımdan sadece estetik amaçla görevlendirilmiş nesneler.
zırvalayan: gü at 10:25 PM 0 comment allez-vous?
2009/12/11
"işte öyle bir şeeeeeyyy" (eröl evginden geldi) (hani rırrırı harhar ya bazen hani rororo bazen ya insan hani laylay ya birden işte öyle bir şeyyyyyy)
Benim annem her konudaki açık fikirliliğinin aksine aşkmış meşkmiş ve bunların fiziksel boyutlarıymış gibi konularda yeryüzünün en örümcek kafalı kadını olmaya aday bir insan. Mesela kendisine erkek arkadaşım olduğunu erkek arkadaşımın evlenme isteğini artık ciddi ciddi acaba diye düşünmeye başladığımda yani 25 yaşımda söyledim. Onu da tabi Türk filmlerindeki gibi "Anne biz Feritle sevişiyoruz" diye değil tabi. "Ya anne bi çocuk var işte şimdi böyle yani benden hoşlanıyo tabi ben yani tanımıyorum çok ama yani tabi bi düşünücem sen ne dersin bak annesi babası senin gibi öğretmen okulu mezunu meslektaşsınız ya işte bak ne güzel zaten burcunun lise arkadaşı (yalan), burcu tanıştırdı zaten (ne biçim yalan), hem masterı var (yalan, bitiremedi) ama çok iyi de işi var, baya iyi kazanıyo, geleceği parlak ama tabi her an doktora da yapabilir sen zaten onu tercih edersin di mi yani böyle işte. Ha bi de istanbulda yaşamıyo (yalan), hani çok görüşemiyoruz (yalan demeye gerek var mı?) ama işte artık internetten falan tanımaya çalışıcaz birbirimizi". Hayatımda hiç bu kadar laf dolaştırmamıştım (o zamanlar blog yazmıyodum hiihoohoo). Annem şu tabloda bile paranoyak oldu. Ancak erkek arkadaşımın ilerde param olmazsa diyerek ve beni hiç tanımadığını göstererek (ben? tektaş? you gotta be kiddin man!) aldığı pırlanta yüzüğü gösterince tüm Türk kızı anaları gibi "Hmmm, yüzüğü aldıysa evlenecek demek ki" çıkarımını yapıp acık rahatlamış, hatta teyzelere halalara anlatmaya başlamıştı. Neyseki babamın kulağına kadar uzamadı. Zira ayrıldım ben sevdicekle. Ay bu arada bak tüm bunların niye kafamı meşgul ettiğini fark ettim: Sabah 5.50de kabustan uyandım çok fena. Kabus da işte bu sevdicek, taaa birlikteykenki alt komşusuyla çıkmaya başlıyomuş, bana da arkadaşı söylüyo. Niye kabus anlayamadım. çünkü o kızın benim sevdiceğe yazdığını cümle alem biliyodu. Benim sevdicek de uzuuuuun ve kesin evlilikle bitecek gözüyle baktığı ilişkisinde göt olan her erkek gibi ya tek gecelik ilişkilere vurmalı ya da hemen evlenmeli. E daha nolsun, perfect match! Ama demek ki hala hazır değilim hayırlı habere. Nası kötü uyandım. İlk kez Amerika-Türkiye saat farkı işe yaradı da gtalka koşup işgününün sıkıntısından geberen arkadaşlarımdan birine anlatabildim. Hohoho güldü tabi. Ben de güldüm. Salak. Ayrılalı oha bi yıl olcak. (oha!) (ohaaaaaaaaaaa!). Ne diye üzülüyosam. Tamam hep sevicem, hep özlicem de, olmadı yani, uzatmanın mağnağsı yok. Neyse, işte oluyomuş böyle şeyler. Bu da böyle bi anda blogluktan çıkıp 18 yaşındaki bi hanımkızımızın günlük yazısı gibi oldu. Oysakş kahramanımız çok başka bişiyden bahsedecek ve muhallebi tarifi verecekti!
zırvalayan: gü at 9:26 PM 3 comment allez-vous?
bos olmayan isler
Ne zaman bi odev okuma ya da bizzat odev yazma donemi gelse, ben yatagimi kivrilip efendime soyliyim Lacan'dan tut da Badiou'ye, Goldman'dan tut da Cixous'ya (niye cogu fransiz geldi akabo aklima?) kendimi teori okumaya vermek istiyorum. Ama odevimle alakasiz olacak. E tabi yapamiyorum; esek, once paperini yaz sonra oku. Ama sonra da tabi okumuyorum. Tatil gelmis, beni baglaman lazim roman harici bi seyler okumam icin. Namimkin. Yine o donem geldi catti iste. Lyotard'i aldim koynuma. Anca bi saat sonra falan titreyip kendime geldim, napiyosun ulaaaaan, sen kendi okumalarini bitirsene diye. Ama bak bu sefer cok fena kararliyim. Su paperlar bitsin, okucam gece gunduz. Ahan da buraya da yaziyorum ki belki biri sorar 2 ay sonra, naptin len ibibik, bitirdin mi Inhuman'i diye. Sirf rezil olmiyim diye bitiririm boylece en azindan:)
Bos olmayan untimely islerden kacinmak icin ofise geldim simdi. Ne sahane ki kendimi bos olmayan timely islere vermek yerine bos islere vermis bulunuyorum ofiste de. of offfffff
zırvalayan: gü at 4:41 PM 4 comment allez-vous?
2009/12/10
İşte Mutluluk Buuuuu
Bu başlık İstanbul Devlet Opera ve Balesinin zamanında sahnelediği küçük çaplı bir modern dans gösterisinin adı aslında. O kadar sevmiştim ki herşeyini, adı arkadaşlarımla günlük konuşma dilimizin bi parçası oldu. Ah ah, tüm opera ve balelere gittiğim, baletlerin çoğuna aşık olup balerinlerin çoğundan nefret ettiğim o günler! Boston Ballet'in baş dansçısının kim olduğunu bile anlayamadım daha! Nasıl özlüyorum, "aaaa Alkış (amcamın oğlu ya, laubaliliğe bak) saçlarını kestirmiş," "kızııım, Arkın sana baktııııı," "yihuuuuuuuu Oktay Keresteciden imza aldııııımmmmm hoyheyhoyheyloleley!" şeklinde gezmeyi... Öte yandan buraya gelince görüyosun ki hepsi birbirinden beceriksiz, tembel adamlarmış (Oktaycım hariç). Geçenlerde Damdaki Kemancıya gittim, oha a.k. afedersin! O kadar başarılı ki, endorfinler süzüldü koltuğun altında birikinti oluşturdu (pöh, abartımı yerim).
zırvalayan: gü at 11:20 PM 2 comment allez-vous?
epifani: high and dry
Ma cherie blog,
zırvalayan: gü at 1:17 PM 2 comment allez-vous?
2009/12/07
boşa giden intihara karşıyım kardiş.
yani madem intihar edeceksin, öleceksin, hapislerde çürüme ya da vicdan azabı çekme derdin yok; otobüse binip önünden yürüyen kadının poposunu koridor boyu gözleriyle süzen herifi mi istersin, kediye işkence eden çocuğuna aferim diyen anneyi mi istersin, meclisten bi kaç beyinsiz mi istersin, bi daha bu kadar kısa etekle bu sokakta yürüdüğünü görmeyelim diyen bi bok kafalı mı istersin, gey-lezbiyen evliliğine izin vermeyen yargıç mı istersin, avcı mı istersin, kızını zorla everen baba mı istersin, polis mi istersin, işte seç bi kaç tane, yanında götür. valla çok içim acıyo boşa giden intihara. bi gün edersem çok gustoyla ederim heralde şu listeden bi kaç tanesine tik atabileceksem eğer. hatta heyecanlandım lan!
zırvalayan: gü at 11:57 PM 8 comment allez-vous?
2009/12/06
taktik tiktak!
Sevgili gönül abla,
zırvalayan: gü at 8:43 PM 3 comment allez-vous?
2009/12/04
amazon
ahahahahaha
zırvalayan: gü at 9:34 PM 3 comment allez-vous?
ev işi, temizlik, yemek ve sıçtığım bok. evet öyle.
üniversite hayatım (ki kendisi tüm hayatımla neredeyse eşit süredir meşgul etmekte beni) boyunca odamın en temiz olduğu zamanlar tatiller değil, final/paper dönemleri oldu. O nedenledir ki bugün odama girdim ve, hmmm, toz tutmuş burası ya, bi süpürge açayım ben, dedim.
anne: gücüne mi gitti yarraam.
zırvalayan: gü at 7:57 PM 2 comment allez-vous?
2009/12/02
çorbamın tuzu, dolunay ve iki buçuk aydır görülemeyen ve hazirana kadar da görülemeyecek canımın yarısı arkadaşla konuşma sonrası.
zırvalayan: gü at 11:52 PM 3 comment allez-vous?
2009/12/01
abovv
Yine onun bunun bloguna bakıyodum (bu sefer benimkinden next blog tuşu ile ilerlenebilenler ama sadece) (yani balıketli türk teyzelerin evde beylerini beklerken, çocuk da okuldayken ya da uyurken yemek tarifi yazıp bebek resmi ekledikleri blogları) (öyle demeyin çok komik bazıları) (faydalı da; badem ezmesi tarifi aldım demin, naaaaber!), yaratıcı teyzelerden biri kakaolu kekine şu adı vermiş: Kunta-Kinte. Bununla da yetinmemiş, hani göndermesini anlamayanlar olursa diye paranthetical info koymuş (sadece ben mi kullanıcam parantez di mi) Zenci Kek. Abovvv diyorum sadece.
zırvalayan: gü at 9:26 PM 10 comment allez-vous?