2010/02/06

The art of losing isn't hard to master



Cumartesi kutuphanesine bayiliyorum. Cuma da bos oluyor, evet, ama sikici oluyor niyeyse. Pazar da hinca hinc. Sorumluluk bilir Amerikan ogrenciler ustlerinde pijamalari terlikleri, agizlarinda sakizlari ve dedikodulariyla dolduruyorlar her koseyi. Zaten pazar gelmiyorum, odevlerin zike zike bitirilmesi gerektigi, yusuf yusuflugun zirve yaptigi gun oldugu icin evde calisabildigim nadide bi zaman dilimi kendisi.

Hele cumartesi kampusune daha da cok bayiliyorum. Bombos. Yurtlarin cevresindeki bir iki kendini bilmez haric kimse yok. Gevrek Amerikan ingilizcesi sagini solunu sarmiyor insanin, ya da 'I was like blah blah and he was like oh my god and I was like oh god I so wanna kiss you' diye anlatacak bi suru seyi olan koca sesli kizlar. Hatta saat erkense bir haftalik kayip seyler birikintisini de ilgiyle izleyerek yuruyebiliyor insan, PoMo bi sanat galerisi gezermis gibi. Bir kalemkutusu, bir kac toka, bir bere, bir suru kalem... Yalniz yururken yapmayi en sevdigim sey. Tuketim cilgini amerikan universite kampusu de bunun icin en iyi yer tabi. Dusurduklerini, kaybettiklerini hic arayan var midir diye merak ediyorum.

Lise ikideyken aslinda cok da ozel olmayan bir cift eldivenimi vapurda dusurmustum, her zamanki kaybetme yontemimle: oturunca elindeki nesneyi kucagina koyarsin, yolculuk ya da her ne ise yaptigin sey onun esnasinda kucagindakinin varligini unutursun, kalkar, dusurur, ustunden bi guzel yurur gecersin. Iste ben o kiytirik eldiven icin dersane kapisindan Besiktas iskelesine geri yurudum, sehir hatlari amcalara derdimi anlattim: "Cok mu ozel guzel bir eldivendi kizim, deri miydi neydi?" "Yok degildi, yundu ve nasi guzel isitiyordu!" "Kizim ugrastirma yun eldiven icin bunca adami simdi" "Ama bakin taa nerden yurudum, bi arayiverseniz ne olur?" Tabiki bulunamadi, takim olarak dusmus eldiveni kim birakir ki yerde? Mukadder teyzemin hediyesi eldivenler simdi 'eller'in ellerini isitiyodur herhalde.

Boston'da en cok bulunacak kayip nesne eldiven. Eski ev arkadasimin koleksiyonu vardi, tek eldiven koleksiyonu. Ama benim koleksiyonlarim gibi bos ve islevsiz degil. Yerde bulup begendigi eldivenlerin diger ciftlerini de bi noktada bulabilecegine inaniyordu. Hatta arada cikarip "Buna kahverengi sol suet es lazim, buna da siyah deri sag" diye gosterirdi. Ben o siyah derinin sagini buldum bi gun. Hem de karlarla kapli bi bos alanin ortalarinda gorerek. Usenmedim bata cika gittim yanina, lutfen sag olsun lutfen deri olsun diye diye. Dilekler gercek cikinca da eve bi nese icinde gittim ki!

Boston bienali olsa bu sokaklardaki eldivenlerle ilgili bir proje yapmak klise bile kacar herhalde, sehrin kenar susu zira onlar, herkes bunu goruyor ve farkinda olmali di mi? Benim merak ettigim kaybolmayan diger teklerin ne yaptigi. Mesela ben kaybetsem birini, digerini de birakirim mantikli bi yerlere ki belki kavusurlar. Ama ben bi sey kaybetmemeye kararliyim. Uzun yillar o kadar cok seyimi kaybettim ki artik buna bir dur diyorum. Neredeyse herseyime manevi deger yukleyerek onlara daha iyi bakmayi ogrendim. Mesela bi eldivenimi Amerikadan Turkiyeye ilk donusumde annem almisti. Digeri annemin genc kizlik eldiveni. Sokuklerini de ananeme yamattim, boylece takinca 3 nesil birden kadinim. Digerini Burcucumla Londradan aldiydik, onda da var bi tane; kaybedersem elimi de keser birakirim ikincisinin yaninda.

isin ozu, lafin kisasi; ben bugun bi dangozluk yaptim, okula yururken yerde duran bi cuzdanin ustunden sekip gectim. Aaa cuzdan dedim. Kimin ki acaba dedim. Calinmis mi dusmus mu ki dedim. Ama bunlari derken yurumeye ve olay yerinden uzaklasmaya devam ettim. Ancak 5 dakika kadar sonra bi anda ya icinde telefonu falan vardir aslinda insanin, arasam ya dedim. Geri dondum mu? Hayir. Su anda kutuphanede guya ders calisiyorum, gidip bakayim duruyosa arayayim sahibini diyecegime salak salak bilgisayar karsisinda yazi yaziyorum...

Ne bicim bir eylemsizlik hali bu? Yerdeki nesnelere ilgim sadece yerde olduklari gercegiyle ve benim onlara uydurdugum hikayeler kurmacasiyla mi sinirli? Ve gercekten bir hikayesi olmasi ve o hikayenin degistirilebilecek olmasi gerceginin hic mi anlami yok? Bilemedim.

Son zamanlarda surekli bir fark etme halindeyim; bazi konularda ben bisi yapsam ne olucak ki dunyada bunca gerzek bunca mankafa var oldugu surece demekten vaz gecip gercekten bir seyler yapmaya calisiyorum, yazin Turkiyede olusumu bi ise yaratacak projeler dusunuyorum. Ama su anda boyle salakliklar yapmaktan da hic cekinmiyorum belli ki... Bu da bi sey diye sevinmeli mi yoksa bu da bi sey diye sevinmek acinasi mi, onun cevabini da bi sure defer edicem.


Ote yandan Turkiyeye gidisi geciktirip "commie camp"e gidesim var cok fena. Napicaz bilmem. Mayis sonunda son maasi almak demek, haziranda ev kirasi veremeyecek olmak demek. Bu durumda haziranin ilk 15 gunu homeless shelterlarinda mi yasicam? Commie camp dedigim de institute gibi workshop gibi bi aktivite bu arada, got yaymalik yaz kampi degil yani (2010 Marxist Literary Group, Institute on Culture and Society). Firedirik Ceymisin'in 30 kusur sene once baslattigi bi gelenekmis kendileri...



Baslik pek sevgili "One Art" siirden alinti. Bendenize cok koyar kendisi:


ONE ART

The art of losing isn't hard to master;
so many things seem filled with the intent
to be lost that their loss is no disaster,

Lose something every day. Accept the fluster
of lost door keys, the hour badly spent.
The art of losing isn't hard to master.

Then practice losing farther, losing faster:
places, and names, and where it was you meant
to travel. None of these will bring disaster.

I lost my mother's watch. And look! my last, or
next-to-last, of three beloved houses went.
The art of losing isn't hard to master.

I lost two cities, lovely ones. And, vaster,
some realms I owned, two rivers, a continent.
I miss them, but it wasn't a disaster.

-- Even losing you (the joking voice, a gesture
I love) I shan't have lied. It's evident
the art of losing's not too hard to master
though it may look like (Write it!) a disaster.

Elizabeth Bishop



2010/02/04

alınan verilen/boş işler indeed

Geçen hafta bi internet sitesinden yine birbirinden gereksiz defter ve kartpostal alışverişi yapmıştım (ama sanatçı kooperatifi bunlar, hayırlı bi iş yaptım yani aslında), şöyle bi email aldım:


Hello,
This is a brief message letting you know that we got your order and it will be filled and shipped on Wednesday, 02/03. Roger, who normally fills orders, left yesterday for Indonesia and Katie (who is taking over for him) can't start until Wednesday. Excuse our tardiness and thank you in advance (hopefully) for your patience!

Yavruuuuum, yerim ben sizi!
"Take it easy man! Say hi to Roger whenever he calls you from Indonesia and thank Katie for me, it's so nice of her to take over for Roger" diye cevap yazacaktım. Yazdım da, ama daha az laubali yazdım tabi. Bakalım sabah sevimli bi cevap beni bekliyor olacak mı.

Diğer alınan verilen de (ilk defa içeriğe uygun başlık atmayı başardım galiba!!) oje. Sanki sürebiliyormuşum gibi aldım. Resmen tırsıyorum elime sürmeye, bölümdekiler arkamdan "Bu kız oje sürmeye vakit nereden buluyor yahu, çalışmıyor herhalde hiç, aptal galiba biraz" falan dicekler diye. Zaten güzel giyiniyorum diye bi husumet var aramızda. Makyaj da yaptıysam iyice halleniyolar (makyaj yapmak dediğim de kalem çekmek-ruj sürmek, korkumdan rimeli de bıraktım --gerçi geceleri temizlemeden yatıp sabah kömürcü çırağı gibi kalktığımdan bıraktım rimeli biraz da). Bugün mini etek-dantel çorap kombinasyonuyla göze batmiyim diye saçlarımı yapmadan gittim. Ulan doktorada uğraştığım meselelere bak, aptalım galiba biraz? Neyse, ojenin markası diyodum, Sinful Colors, rengi de Bleeding Heart (Gerçi rengi Bleeding Heart değil bence. Lakayt bi kırmızı. Bulamıyorum aradığım tok-karizma kırmızıyı. Nerde memleketimin 1 ytl'lik flormarları). Güldürdü beni kerata. Interracial porno adı gibi lan! Sinful Colors: (abooov, alt başlık buliyim diye düşündüm düşündüm düşündüm durdum, bulamadım. hiç porno izlemediğimden olsa gerek. demek ki konu üzerine iki akademik makale okumayla olmuyormuş bu işler! Doktora öğrencisi dilemması: bir iki makale okuyup her şeyi bildiğini sanmak vs. her okuduğu şeyle ne kadar yetersiz olduğunu fark etmek) Hatta bak bunun ikincisini de çekip adını da Colorful Sins: bişi bişi yaparım (denyo dediğim bostoncı'cıdan ne farkım kaldı?)


Wordsworth demiş ki "Empty thoughts! I am ashamed of them." Şair bu dizesinde blog olayını taaa 1805te bilmiş de bize seslenmiş:)

2010/02/01

çok fena boş post.





Faunaya floraya hayırlı olsun, petunyam çiçek açtı, hem de iki tane! Kokuyo bi de güzel güzel. Her ne kadar sevmesem de evde çiçek, ilk göz ağrımın ilk çiçekleri olduklarından pek hevesliyim. Ama malesef fauna da aynı şekilde hevesli. Gerçekten hayırlı oldu kendilerine; 5 aydır bi kez örümcek görmüşken, bi haftada iki tane gördüm, şahane oldu (ay heyt örümceks). Gerçi biri banyoda, onun benim çiçekle ilgisi yoktur heralde. Pencereyle tel arasında sıkıcı bi hayatı var hayvancığın, biz banyo yaparken nemden buhardan deliriyor, kaçacak yer arayıp duruyor. Ama tek deliren o değil, benim de bi göz hep açık, hep örümcek telden süzülüp üstüme atlamıcak di mi diye tetikte. Aileyle yaşama olayını sırf "Anneeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee, örümceeeeeeeeeeeeeyyyyyyyyyyyyyykkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk" diye bağıramadığım için özlüyorum. Gerçi annem de iplemiyo artık benim araknafobimi. Yazın vişne ağacının derinliklerine yolladı beni gözünü kırpmadan. Reçel yapacakmış, ben amerikaya götürecekmişim. Aha duruyo dolapta, bi kaşık yemediğim, şekerlendiği ve boşu boşuna taa buraya taşıdığım yetmezmiş gibi örümcekler alemine de boşuna dalmış oldum yazın. neyse.

Çok fena boş dedimdi ben.

Şimdi çok fena dolu (!) işlere geri dönüp Hegel'in master-slave dialectics'ini fransız kolonisi Saint-Domingue'nun 1805'te fransadan bağımsızlanıp Haiti olarak kurulmasına bağlayan makaleye yazdığım ödeve bi öpücük kondurayım (böyle de dolu bi insanım yani aslında kıhkıh).

 
Blogger design by suckmylolly.com