2009/11/30

sinking in the rain----kuru fasülye (ıslak yağmur sezonunun başlamasına karşı küçük çaplı bir mutfak direnişi)

Çok yağmur var çok. evde de yemek yok. canım balık istiyor ama balık da yok.


keşke biri tutsa,
biri temizlese,
biri pişirse,
ben de afiyetle yesem.

ama malesef hani bana hani banadan öteye gidemiyorum:(

O yüzden, buraya yerleşişimin anca bir buçuğuncu senesinde, o da Seda sayesinde girme cesareti gösterdiğim Orta Doğu marketinde bulduğum ve de acı sevmememe rağmen sırf annemle babam yedikleri tüm kurubakliyat yemeklerine kattıklarından (yani bildiğin nostalji olsun, Benjaminciğimin melankolisi teoriden pratiğe aksın diye) (oha bu cümle kontrolümden çıktı artık benim, toparlıyamıcam galiba) aldığım türk malı acı-sosu denemek, nostaljiye nostalji katmak için kuru fasülye yapıcam (oldu galiba?). Yanına da bi pilav. Yanına da turşu. Gönlümde hala balık var ama bunla da idare edebilirim sanki.

evek malzemeleri veriyorum, aman kaçırmayın. Ama kaçıran izleyicilerimiz için altyazı geçicez.

Dün geceden yağmurun altında kaderlerine terkedilmiş kuru fasülyecikler.
Soğan (fasülyenin ve de şuanki havanın aksine kuru olacak bu)
Salça (bi kaşık normel, bi kaşık biber. şahsen benim biber salçamın artık son çırpınışları, türkiyeden biri gelse de ısmarlasam ne güzel olur)
Patates havuç sevenler onlardan da koysun, ben koyucam. Ha bu arada, etsiz yapıyorum ben bu yemeği. Hatta ben tüm yemekleri etsiz yapıyorum.
Tuz, pul biber.

malzemelerden sonrasında bi numara yok zaten. Fasülyeler haşlanacak, mutfak kötü kötü kokacak, fokurdama esnasında bazı fasülyelerin ceketleri çıkacak, ulan şimdi bunları ayıklamalı mı ayıklamamalı mı denecek... Sonra, her zamanki gibi, soğan kavrulacak, salça eklenecek kavrulacak. Yumuşamış ama hala tıkırlıklarını koruyan (tıkırlığını korumak, deyim olsun bu) fasülyeler, havuç ve patates de eklenip kavrulmaya devam edilecek. Son olarak su, tuz pul biber eklenecek ve pişene kadar yandaki ocakta bi de pilav yapılınıverecek.

Peki yarının okumalarını kim yapacak, response paperını kim yazacak? Peki ya sonraki günün? Peki ya konferans abstracti? Ah ulan, doktora yapacağıma ev kızı olmak vardı. Öyle de yemek yapıyosun böyle de, ne farkı kaldı akademisyenliğin ev kızlığından?

2009/11/29

ders çalışmayıp hikaye yazmanın dayanılmaz ağırlığı

uzun süre blog mlog kaale almadıktan sonra sevgili sedanın gelişi ve derslerimin artık kaçınılmaz şekilde çalışılması gerekliliği vesilesiyle işte geldim burdayım. sabahtan beri onu bunu şunu okudum durdum. oysaki yarınki dersin makalelerini ve de 200 sayfalık romanını okumam gerekiyordu. umarım gece güvenimi karşılıksız bırakmaz.


sevgili "next blog" tuşu bugün beni hiç yalnız bırakmadı. özellikle de kısa hikaye yazılan bloglardan koşar adım kaçtım. niyeyse pek hoşuma gitmiyor. niyeyse değil gerçi. niyesini biliyorum ve zaten o yüzden yazıyorum. ama niyeyse kelimesini pek seviyorum. neyse (niyeyse 2 yaklaşık sonuç). sevmiyorum çünkü kısa hikaye biraz zor bir edebi form. valla. roman kocaman mesela, illa bir yerinde iki üç başarı elde eder yazar. oyun desen, hepimiz okul çıkışı eve koşup daha 15 dakika önce yanından ayrılınan best firend forevır ile saatlerce telefonda konuşabilerek diyalogda ustalık aşamasına varmış kişileriz. şiir desen, bul iki metafor, uğraş 5 saat, al sana idare edecek bi şiir. mesela aha:

babacım babacığım,
acıyor elcağızım
dört tekerinle gelsen,
beni markete götürüversen.

şair bu dizelerinde el memleketinde babasının arabasından yoksun mutfak alışverişi yapmanın zorluğundan dem vurmakta. dil oyunu desen var, synecdoche desen var, uyak desen var. hatta intertextuality bile var ("Daddy", S.P.)

bunlar da şahane olur demiyorum tabi de, bence sanki azıcık da olsa daha zor hikaye. gerçi bana mı düştü eleştirmek. ben oturup zitkala sa okuyup onu eleştirsem de final paperımda üç kulaç yol alsam...

neyse işte, hani ders çalışmak lazım ya, o yüzden çalışılmaz hani bi türlü. hani? işte ondan kelli, ben de oturup şu blog aleminde en sevmediğim şeyi bizzat yaptım. hohoho. tam iki saatimi feda ettim kalleş defter sayfasına. hem de tüm blog hikayelerinden de kötü oldu. olsun. en azından hayatımda ilk kez bitirmeyi başardım. zira hiç bitiremem, sonra da nası olsa bok gibi oldu der, atarım bi kenara. bu seferki pek zevzek bişi olduğundan "bok gibi, rezalet, bu ne lan, ay korkunç, bitiremedim, tövbe tövbe, hmmm, bilemedim, keep up with the good work" gibi eleştirel kalıplara girmeyen; kendi çapındaki gereksizliğiyle değerlendirme dışı kalan; depresif, parlak, bu dünyaya ait olmayan, başka bi boyutta çok işler başaracak, ennuili hikaye yazarlarından çekinmeme gerek bırakmayacak bi hikaye olduğundan yazıverdim gitti. gerçi daha yazmadım di mi?

ha bi de malum bu bi yemek tarifi blogu, therefore bunu yemek tarifi gibi okuyun (laura esquivel'ciğimin Acı Çikolata'sı gibi).

ama dur, önce:

bugünün yemeği: zeytinyağlı barbunya (neden? çünkü okuduğum kitabın anlatıcısının adı Tambu. Barbunya yapmayayım da ne yapayım. ama tabi bi de buzlukta pişmeye hazır hale getirilmiş bi tabak barbunya olması da isabet oldu.) ile kabaklı patatesli kepekli makarna (hem de organik. ev arkadaşı klozet temizleme zırvasını bile organik alan amnesty international gönüllüsü bi vegan olunca arada alışveriş esnasında garip adımlar atabiliyor insan.)

bugün doğan çocuklara isim: kız ise duneçka oğlan ise raskolnikov. kaderleri benzemesin.

bugünün tarihi önemi: sigortayı attırıp fark etmeyip "vay be amerikada da elektrikler kesiliyormuş" demiş olduğum ve salaklığıma 2 saat boyunca doymadığım gün.




---Huzur-- ---
(defter sayfasına kara kalem çalışması)

Malzemeler:

Huzurevi sakinleri
Otobüs
Taksim Sahnesi
Tek Kişilik Tiyatro Oyunu
Sahne
Koltuk
Oyuncu
Karanlık


Yapılışı:

Karıştırıvee hepsini. bizde yapılmışı var:


"Hadi Abidin Amca, seni şimdiden götüreyim ben otobüse, ancak yürürüz diğerleri gelmeden."

"Ben gelmem, aşçı İbraamla televizyon izlicem ben. Dizi var bugün, ona bakacam."

"Of Abidin Amca, zaten ayda topu topu kaç kez çıkabiliyorsunuz ki dışarı? Gel işte. İyi kötü. Hep içerde kalmayın diye yapıyoruz bu gezileri, iyice içinize kapanmayın, huzursuz olmayın diye."

"Kahveye gidek o zaman, tiyatro neymiş?"

"Hadi hadi gir koluma."

....

Otobüse biniş ayrı şenlik, iniş ayrı karmaşa oldu. Sıraselviler girişinde yolu kapayan huzurevi otobüsü en 15 dakika trafiğe neden oldu. Kornalar, polisler, küfürler, sinirler, sirenler... Ama sonunda herkes girdi. Taksim Sahnesi. Tek kişilik bir oyun.

F sırası komple, G sırasının ortasından 10 koltuk.

....

"Ben Mualla hanımdan daha yaşlıyım, niye arkasına oturuyorum Melek kızım?"

"Neriman annem, ne fark eder, epi topu bir sıra değil mi?"

"Olmaz, benim torunlarım hep onun elini öpüyor geldiklerinde, onunkiler benim hatrımı bile sormuyor."

"Ne diyor o Neriman?"

"Yok bir şey Mualla Teyze, sen Murtaza amcanın yanına ilerle öndeki sırada."

"Oturmam ben oraya."

"Niye?"

"Osuruyo o, eşek osuruğu. İçi kokuşmuş ekşimiş o Murtazanın. Oturmammmm!"

"Ay Mualla teyze! Rezil oluyoruz, bağırma! Tamam sen geç arkaya, Neriman teyzeeee, sen gel öne hadi."

"Ohh sefam olsun Muallaaaa!"

"Oturdu mu herkes? Bakın hepinizin suyu var, tuvalete de gittiniz. Beni rezil etmeyin, sessiz oturun izleyin."

"He kızım he otur sen."

....

"Yanlıştı bu yaptığı, yanlıştı. Belki de... Belki de... Ah Antonio, neden anlatmadın bana, neden öldün ve bıraktın beni bu odada, içerde? Huzur bu odanın duvarlarından içeri sızamıyor artık. Sanki gidişin hapsetti beni bu hücreye--huzurun asla varolmayacağı bu eve, odaya. Ah nasıl da imreniyorum dışarıdaki, pencerenin önünden geçenlerin gözlerinde o tatlı ışığı gördüğümde. Huzur!... Bense varoluşun bu gizli odasında her gün daha da uzaklaşıyorum o ışıktan. Duvarlar yakınlaşıyor sanki her gün, ortadaki boşluk eriyip bitiyor. daha geçen gün yatağı ortaya çekmiştim, şimdi yine yapışmış duvara. Evet evet, ilerliyor duvarlar! ..."

....

"Elhamdullillah yarebbi şükür"

"hişşş, teyze, sessiz."

....

"Çıksam bu odadan, Huzur yine kaçar mı benden? Hatta... Ya ben çıkınca huzur içeri girerse? O zaman tüm dünyayı da huzurdan mahrum bırakmış olmaz mıyım? Ah Antonio! Huzur bu odaya dolar, huzursuz insanlar bu odayı bir mabede dönüştürür. Gözlerinde ışık kalmamış insanlar doluşur içeri. Adaklar adar, mumlar yakar ve benim odaya girmem için yalvarırlar. Girer miyim acaba? Dışarısı olanca huzursuzluğuna rağmen, yine de daha dolu, daha az yalnız. Duvarlar yok beni gün be gün sıkıştıracak, yatağımı yalayacak...."

....

"Kakam geldi."

"Abidin Amcaaaaa!!!! Sus lütfen, denir mi öyle?"

"Bu kancık karı ileri geri konuşuyo ya, ben de derim kakam geldi!"

"Ay nolur sus!"

....

"Ah ne zor şey varlık! Benlik varlık ahhh! Sen yokken huzur sadece bir ur içimde. Mutluluğun yokluğunu hatırlatan bir kanser, büyüyor bu odanın içinde, hemen tenimin dışında. Huzur yok bu evde!..."

....

"Kalk gidek."

"He gidek, deli garı car car gonuşuyo."

"Eşeğin götüne kaçasın!"

"Şşşşş, ayıp oluyor amcalar, bak çocuklar var burda."

"Atlar sike çocuğunu da seni de!"

"Aaaa, olacak iş değil!"

"Abidin amcaaa, rezil ettin bizi rezil! Sus!"

"Gidecem ben."

"Otur aşağı, yoksa televizyon da dizi de yok sana bir daha!"

"Hay dedesini domuz domaltan!"

"Yeter!!"

....

"Sadece sen anlardın ruhumdan Antonio, ruhumdan, tinimden, özümden! Şimdi her şey yabancı, herkes yabancı. Dışarısı yabancı, içerisiyse huzursuz, duvarlar üstüme geliyor. Bir sabah ezilmiş bedenimi bulacaklar. Ruhumsa çoktan ezildi. Sen gidince, sen bir söz etmeksizin gidince, kendini bu pencereden aşağıya bırakınca. Ne bir söz ne bir bakış. Öylece...."

....

"Vay yavruuuuum, ölmüş mü kocası? Vah vah yavrum vaaaah, gencecik dul kalmış he mi?"

"Atlanır mı pencereden? Allahın verdiği canı allah alır, çok günah çok. Tövbe de kızıııım."

"Şapkanı çıkar."

"Ne çıkarıcam be, deli kancık sen de."

"Göremiyom karıyı."

"Ayağa kalk o zaman."

"Lan çıkarsana."

"Sen kendin çıkar, bak sende de var şapka. Ben de senden göremiyorum."

"Kitapsız, ben senin arkandayım, nereyi göremiyosun benim yüzümden?"

"Sen neyi göremiyosan ben de onu."

"Amca, sessiz olun, bakın oyuncuya ayıp oluyor..."

....

"Geliyorum Antonio, geliyorum yanına. Açtım pencereyi işte; yere vardığımda, aynı senin vardığın yere, içim huzurla dolacak, ben de sana kavuşacağım. Bu eve girmeyen o huzur sarhoş edecek beni, duymayacağım acı. Geliyorum Antonio, geliyorum huzur, aaaaaaaaaahhhhhhhhhhhhhhh."

....

"Götlek karı."

"Ay Abidin Amca yapma! Yeter konuştuğun. Yok bir daha sizle dışarı çıkmak huzurevinden! Oturun içeride, camdan dışarı bakın. Size o müstehak! Dışarısı haram artık size!"


bitti bitli kitli ...


ha bi de, hemen okumasını da yapiim, yaşlılar ben, replikler de sevmediğim hikayeleri temsil ediyo (evet ukalayım hohoho)



 
Blogger design by suckmylolly.com