2009/01/18

karda yuvarlandım oy oy, ocağa tarhana koy koy!

Adımı gugıl sörç yapıp aramalarda bu sayfanın çıkmadığını görmenin rahatlığı ve karnımın doymuş olmasının keyfiyle başlıyorum ilk tarife. Ne tarifi denecek olursa, yemek tarifi a dostlar. Çünkü bu sayfa olanca resmiyetsizliğine rağmen bendenizin yeni yemek defteri oldu. İşinde gücünde bir doktora öğrencisine bu kadar yakışmaz herhalde şu blog. Neyseki işimde gücümde pek değilim de bana yakışıyor. Yok bana da yakışmıyor gerçi ama en fazla "cık cık cık" tepkisi alırım. Zira daha büyük tepki verecek olan kişiler yani buna zaman ayırıp uğraşırken okumalarını yapmayacağım derslerin hocaları Türkçe bilmiyor. çat çat çat kel behzat! (yaşasın kötülük manasında, hani ayşen gruda'nın oynadığı "Ana" dizisindeki Kel Behzat). neyse işte, whatever...

Şimdi, bu çorbadan maksimum tat almak için önce takriben 3 saat karlarda yuvarlanmak, kantinden çalınan tepsilerle kampüsteki tepelerden çığlık çığlığa kaymak, arkadaşlarla boğuşmak, gruptaki en minik kişiyi hunharca karlara atmak, en son da kıçına kadar sırılsıklam olarak, yorgun ama vakur (mağrur diyecektim ama ekşisözlük aklımı çeldi) bir şekilde eve yürümek gerekiyor. Bu önkoşullar tamamsa tencere alına, içine sarımsaklı zeytinyağı döküle (tariflerimiz evdeki malzemelerle denen yemek kitabı reklamındaki Emine Beder geldi bak aklıma; sarımsaklı zeytinyağın yoksa zeytinyağında azıcık sarımsak kavur arkadaş!). Sonra tabi her tarhana çorbasında olduğu gibi iki kaşık domates rendesi "ila" iki kaşık salça kavurula. Nanesi pul biberi bu arada eklene. Niye derseniz, ne biliyim ben derim işte. Ben yaptım oldu, ondan. Neyse, bunlar insanın aklına "ulan çorbadan vaz geçsem de şu leziz sosa ekmek batıra batıra yesem ne güzel olur" cümlesini getirdiğinde olmuştur demek, hemen -yani şeytana uymadan- kaynar su eklene. Ne kadar? işte rengi, çorbanızda görmek istediğiniz renk olana kadar (lafa bak şimdi!). Yani çok beyazlamasın, çok da cırt kırmızı olmasın. Amaaaan koyun işte 6 su bardağı! (salladım yalnız). Bir süre sonra bu su kaynayacak, haliyle. O arada siz de bir tabağa şöyle bir 6-7 çorba kaşığı tarhana koyun, üstüne de az buçuk su ekleyin ki yımışasın keratalar. Biraz şiştiklerinde kaynayan suya dökün ama üstünüze sıçratmayın, dikkat edin. Benden uyarması. Kaynatın karıştırın. Karıştırın kaynatın. Rın rın rın rın! Çok duru oldu di mi? Kıhkıh, beceremediniz işte! Bir tarhana çorbası bile yapamadınız! Tüh size! Dur lan dur şaka yaptım. Amaç buydu zaten. Şimdi o dupduru çorbaya iki avuç erişte ekle bak nası bi anda muhteşem bişi olacak (bu arada ben senli benli oldum, "siz"i kaldırdım, kusura bakmazsın di mi?)! O erişteler suyu çekene kadar bir on dakika kadar kaynasın çorba, sonra yanına bir kase yoğurtla nası oluyor biliyor musun? Of ki ne of. İki koca kase yedim demin. Ah ah keşke annem "bolca erişte koyayım mı kızım yanına?" dediğinde hayır anne demeseydim. Keşke Amerika'ya leğen ve tas göndermesine (yaptı bunu!) daha çok muhalefet edip bavulda onlardan boşalan yeri anane tarhanası ve eriştesiyle donatsaydım!

O zaman entirimizi bir wisdomla süsleyelim: Afiyet olsun demekle deniz suyu içilmez. Puhaha, hayır bunu yazmayacaktım ama pişmanlıkla ilgili atasözü ararken yolda bunu buldum, dayanamadım yazdım.

Bir puhaha daha yazar ve the Dave Brubeck Quartet eşiliğinde Edouard Glissant'tan "Poetics of Relation"ı okumaya başlarım.

0 comment allez-vous?:

 
Blogger design by suckmylolly.com