Hele cumartesi kampusune daha da cok bayiliyorum. Bombos. Yurtlarin cevresindeki bir iki kendini bilmez haric kimse yok. Gevrek Amerikan ingilizcesi sagini solunu sarmiyor insanin, ya da 'I was like blah blah and he was like oh my god and I was like oh god I so wanna kiss you' diye anlatacak bi suru seyi olan koca sesli kizlar. Hatta saat erkense bir haftalik kayip seyler birikintisini de ilgiyle izleyerek yuruyebiliyor insan, PoMo bi sanat galerisi gezermis gibi. Bir kalemkutusu, bir kac toka, bir bere, bir suru kalem... Yalniz yururken yapmayi en sevdigim sey. Tuketim cilgini amerikan universite kampusu de bunun icin en iyi yer tabi. Dusurduklerini, kaybettiklerini hic arayan var midir diye merak ediyorum.
Lise ikideyken aslinda cok da ozel olmayan bir cift eldivenimi vapurda dusurmustum, her zamanki kaybetme yontemimle: oturunca elindeki nesneyi kucagina koyarsin, yolculuk ya da her ne ise yaptigin sey onun esnasinda kucagindakinin varligini unutursun, kalkar, dusurur, ustunden bi guzel yurur gecersin. Iste ben o kiytirik eldiven icin dersane kapisindan Besiktas iskelesine geri yurudum, sehir hatlari amcalara derdimi anlattim: "Cok mu ozel guzel bir eldivendi kizim, deri miydi neydi?" "Yok degildi, yundu ve nasi guzel isitiyordu!" "Kizim ugrastirma yun eldiven icin bunca adami simdi" "Ama bakin taa nerden yurudum, bi arayiverseniz ne olur?" Tabiki bulunamadi, takim olarak dusmus eldiveni kim birakir ki yerde? Mukadder teyzemin hediyesi eldivenler simdi 'eller'in ellerini isitiyodur herhalde.
Boston'da en cok bulunacak kayip nesne eldiven. Eski ev arkadasimin koleksiyonu vardi, tek eldiven koleksiyonu. Ama benim koleksiyonlarim gibi bos ve islevsiz degil. Yerde bulup begendigi eldivenlerin diger ciftlerini de bi noktada bulabilecegine inaniyordu. Hatta arada cikarip "Buna kahverengi sol suet es lazim, buna da siyah deri sag" diye gosterirdi. Ben o siyah derinin sagini buldum bi gun. Hem de karlarla kapli bi bos alanin ortalarinda gorerek. Usenmedim bata cika gittim yanina, lutfen sag olsun lutfen deri olsun diye diye. Dilekler gercek cikinca da eve bi nese icinde gittim ki!
Boston bienali olsa bu sokaklardaki eldivenlerle ilgili bir proje yapmak klise bile kacar herhalde, sehrin kenar susu zira onlar, herkes bunu goruyor ve farkinda olmali di mi? Benim merak ettigim kaybolmayan diger teklerin ne yaptigi. Mesela ben kaybetsem birini, digerini de birakirim mantikli bi yerlere ki belki kavusurlar. Ama ben bi sey kaybetmemeye kararliyim. Uzun yillar o kadar cok seyimi kaybettim ki artik buna bir dur diyorum. Neredeyse herseyime manevi deger yukleyerek onlara daha iyi bakmayi ogrendim. Mesela bi eldivenimi Amerikadan Turkiyeye ilk donusumde annem almisti. Digeri annemin genc kizlik eldiveni. Sokuklerini de ananeme yamattim, boylece takinca 3 nesil birden kadinim. Digerini Burcucumla Londradan aldiydik, onda da var bi tane; kaybedersem elimi de keser birakirim ikincisinin yaninda.
isin ozu, lafin kisasi; ben bugun bi dangozluk yaptim, okula yururken yerde duran bi cuzdanin ustunden sekip gectim. Aaa cuzdan dedim. Kimin ki acaba dedim. Calinmis mi dusmus mu ki dedim. Ama bunlari derken yurumeye ve olay yerinden uzaklasmaya devam ettim. Ancak 5 dakika kadar sonra bi anda ya icinde telefonu falan vardir aslinda insanin, arasam ya dedim. Geri dondum mu? Hayir. Su anda kutuphanede guya ders calisiyorum, gidip bakayim duruyosa arayayim sahibini diyecegime salak salak bilgisayar karsisinda yazi yaziyorum...
Ne bicim bir eylemsizlik hali bu? Yerdeki nesnelere ilgim sadece yerde olduklari gercegiyle ve benim onlara uydurdugum hikayeler kurmacasiyla mi sinirli? Ve gercekten bir hikayesi olmasi ve o hikayenin degistirilebilecek olmasi gerceginin hic mi anlami yok? Bilemedim.
Son zamanlarda surekli bir fark etme halindeyim; bazi konularda ben bisi yapsam ne olucak ki dunyada bunca gerzek bunca mankafa var oldugu surece demekten vaz gecip gercekten bir seyler yapmaya calisiyorum, yazin Turkiyede olusumu bi ise yaratacak projeler dusunuyorum. Ama su anda boyle salakliklar yapmaktan da hic cekinmiyorum belli ki... Bu da bi sey diye sevinmeli mi yoksa bu da bi sey diye sevinmek acinasi mi, onun cevabini da bi sure defer edicem.
Ote yandan Turkiyeye gidisi geciktirip "commie camp"e gidesim var cok fena. Napicaz bilmem. Mayis sonunda son maasi almak demek, haziranda ev kirasi veremeyecek olmak demek. Bu durumda haziranin ilk 15 gunu homeless shelterlarinda mi yasicam? Commie camp dedigim de institute gibi workshop gibi bi aktivite bu arada, got yaymalik yaz kampi degil yani (2010 Marxist Literary Group, Institute on Culture and Society). Firedirik Ceymisin'in 30 kusur sene once baslattigi bi gelenekmis kendileri...
ONE ART
The art of losing isn't hard to master;
so many things seem filled with the intent
to be lost that their loss is no disaster,
Lose something every day. Accept the fluster
of lost door keys, the hour badly spent.
The art of losing isn't hard to master.
Then practice losing farther, losing faster:
places, and names, and where it was you meant
to travel. None of these will bring disaster.
I lost my mother's watch. And look! my last, or
next-to-last, of three beloved houses went.
The art of losing isn't hard to master.
I lost two cities, lovely ones. And, vaster,
some realms I owned, two rivers, a continent.
I miss them, but it wasn't a disaster.
-- Even losing you (the joking voice, a gesture
I love) I shan't have lied. It's evident
the art of losing's not too hard to master
though it may look like (Write it!) a disaster.
Elizabeth Bishop