2010/01/02

piss i said piss i will piss



Ay nası sıkıştım belli değil. ama hiç de gidesim yok. bak ertelemek için yine açtım yazıyorum. bakalım ne kadar dayanıcam. şimdi Evroşka olsa hemen bi ilkokul öğretmeni tavrı takınıp kaşlarını çatıp gü çabuk gidiyosun tuvalete, sinirlendirme beni derdi. ama yok. hehe.

Bugün işim yokmuş gibi (aslında du bakiim, hmmm işim yok ki, tatildeyim hohohoooooo) oturdum 4 sene sonra nerde yaşayacağıma karar vermeye çalıştım. sonuçları da yaklaşık 3 seçeneğe indirdim. ilki ya italya ya ispanya. hem dillerini biliyo sayılırım, en azından bi sene içinde zaten biliyo olmazsam sınavları geçemicem, doktora bitmicek ve tek çarem gözümde bir damla yaşla eve dönmek olacak. ama yok öyle bir risk canım, oha! hayatta gurur meselesi yapacağım tek şey dil sınavı geçememek olur heralde.

Neyse. italya ve ispanyada küçük bi şehirde küçük bi üniversitede mutlu huzurlu edebiyat öğretmek gibi bi hayalim var, taaaaaa 2003te yani lisans 3teykene interrailde yini bir kaybolma anında kendimi ravenna denen sevimli minik şehirde bulduğumdan beri. sevimli minik olmasına bakmayın, biz gitmeden bikaç önce bir radiohead konserine sahne olmuş gururlu, başı dik bi şehir valla. nası tatlı yerdi. bi de yokuş yoktu, çok süper, bisikletine atla gez. romaya yakın, venedike yakın. Floransa keza. bi de işte o kaybolduğumuz gece bisikletli bi adam fellik fellik hostel arayan bize nereli olduğumuzu sorup da türkiye cevabını alınca: arkadaaaaaş demişti, ve de alıp kendi götürüp bırakmıştı hostele. e tabi artık kodlandı o anı beynime. italya ayrıca artık yaşlanmakta olan ve malesef eli mecbur sağlık sorunlarıyla boğuşacak ana babaya 3 saat mesafe. şahane.

O olmazsa da madrid ya da barcelona. "Iyyy madrid ankara gibi renksiz, barselona istanbul gibi muhteşem" diyenlerin alnını karışlarım. yaptım da bunu ispanya dönüşü. bence madrid gayet gözeldi, denizi olmaması dışında. belki de gay parade'e denk geldiğim ve metrolarda öpüşen kızlar ve süper kıçlı oğlanlar şehre renk kattığı için bööle düşünüyo olabilrim, bi daha görmek lazım ama, barselona da hiç istanbul gibi diildi bence, antalya falan gibiydi. bi yavanlık vardı ama bilemedim. neyse, heç farketmez. ikisinin de başımın üstünde yeri var. ayrıca İspanyolların ingilizce aksanı çok ağır olduğundan ve açıkçası pek de ingilizce konuşan olmadığından çok kolay iş bulurum gibime geliyo.

İkinci seçenek: latin amerika. şimdi bu biraz havada kalan bi istek, çünkü daha hiç gitmedim oralara. biraz az gelişmişlikten, biraz da fakirlik-düşük eğitim seviyesinden dolayı türkiyeden kaçmama neden olan sorunların orda da karşıma çıkabileceğinden endişeliyim. ama öte yandan adamlar yakışıklı, tango ve flamenko sokaklara taşmış, ispanyolca muhteşemus bi dil, en sevdiğim edebi akımlardan büyülü gerçekçiliğin beşiği... kötü tarafı, ana babaya fena uzak, biletler de çok tuzlu. şimdi hadi arjantine bi tatlı huzur almaya gidiyim desem 1500 dolar bilet. hem de kuzey amerikadan.

Son seçenek de iskandinavya/danimarka/hollanda. önceden soğuk lan, ne işim var derdim. şimdi soğuk da neymiş diyorum. yerde 4 ay kar kalan memlekette halimden memnunum. hatta her gün tipide fırtınada okula yürürken ay ne güzel kar yağıyooooooo diye polyanna tarzı demeçler veriyorum telefonda anneme. Kadın da ocak ocak gelmeye kalkıyo sonra, zor ikna ediyorum gelme diye (bi de hınç yapıyo, hani çok güzeldi, ben gelmiyim diye mi soğuk diyosun diye. nalakası var, keşke gelse de yemek ve temizlik yapmak zorunda kalmasam. allaam eve geldiğimde yemek olmasından güzel daha ne olabilir ki? ama korkuyorum düşer bi yerini kırar diye. obamacan hala bi ilerleme kaydedemedi zira sağlık sektöründe, bin dolar vermeyelim acile gidip!). e demek ki kuzeyin havasına da alışırım. insanlar güzel, refah seviyesi yüksek, İstanbula yakın, personal space tavan yapmış, vodkalar gani gani, güzel şehirler yapyakın... tek kötü tarafı beresiz yaşanmaz ve de giysilerimden en sevdiklerim yazlık elbiselerim. o konuda çok kararsızım işte. nası giycem yılların birikimini?

Elbise demişken, şu şahane elbiseye de bi bakış atmadan geçmeyelim:



Hasta oldum kendisine, hatta aşıkım! çok pahalı bu antropologie denen marka, gitmiyorum bile tükkana. ama arada siteye girince böyle bi dertler kederler sarıyo beni. yannız geçen gün ikinci el giysiciden bi şort aldım 5 dolara, eve geldim bi baktım bu marka. allaaam nası sevindirik oldum! yaşasın ikinci el!

Neyse, ben gideyim örümcek ağlı ve örümcekli ve rutubet kokulu ve korkunç zemin kattaki her yıkamada giysilerimin içine daha da eden çamaşır makinesinden çıkarayım ıslakları da asayım. güya dünyanın en ileri memleketlerinden birindeyiz. kıçım! ulan banyosunda süpersonik çamaşır makinesi olmayan, merdaneli makineyle 27 dakkada temizliğe ulaştığını zanneden ülkeden ne beklenir ki? bi de bu zemin katlar hep böyle sik gibi olsun, insana benzemesin, seri katil yuvası gibi kalsın diye bi kural mı var anlamıyorum. ya her inişte korkuyorum! çamaşır makinesine giden en az örümcek ağlı yolu belirledim, hep aynı adımları atıyorum, yere bişiyim düşücek diye ödüm kopuyo. ilk başta bi böcek ilacı basayım diyodum, ama korktum sonra, ya bu sefer üst katlara kaçarlarsa? geçen seneki günde bir örümcek iki centipede bir yavru fare ortalamalı evimden sonra bu odayı tutmamdaki en önemli kıstas böceksiz örümceksiz oluşu oldu. dört aydır sadece bi kez örümcek gördüm odada. hiç arttırasım yok bu sayıyı.

Üff ay heyt beyzmınts!

Ha bi de; centipede şu oluyo, korkmayan varsa korksun deyü ekliyorum. bence kendisi yeryüzündeki en iğrenç varlık (bi kısım insan hariç tabi). öncelikle insandan kaçmıyor hatta geceleri insanın ağzında yüzünde yürüme riski var. bi sabah uyanıp yatağımın kenarında görmüştüm bi tane. o anki hislerimi anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalır. ki yatağın çevresini ne biçi m böcek ilacı ritüellerine tabi tutmuştum, hani artık olsa olsa tavana çıkıp kendi bırakırsa yatağa ulaşabilir diye düşünüyodum (yapıyolarmış bunu ayrıca). yetmemiş ilaç milaç. bi daha da huzurla uyumadım zaten o evde. bunlar bi de o kadar hızlı hareket ediyo ki gördüğün an öldürmezsen bi daha bulamıyosun. işin kötüsü ben öldüremem öyle terlikle falan, uyguladığım gücün altında bişiyin can vermesi çok korkunç geliyor. illa böcek ilacını aracı yapmak lazım. eski odanın her yanında böcek ilaçları vardı, gördüğüm an uzanıp alıp sıkma mesafesinde. ama spreyle öldüklerini de sanmayın. tek çare şişenin yarısını sıkıp oksijensiz bırakıp öldürmek. büyük ihtimalle o bi sene içime çektiğim böcek ilaçlarından ben de pek fazla yaşamam. neyse işte resmi:

iyk!

2 comment allez-vous?:

gp maksimov said...

italya'da livorno, iskandinavyada ya bergen ya stockholm!

dusta basparmak kalinliinda centiped ile karsilasinca kendisini yumruk ile ezmek gibi bi spor var. denenebilir. ben denedim, cok macerali.

said...

ben o durumda tavandaki centipede tazyikli su tutmak ve aynı esnada çığlık atıp yerde alevler varmışçasına parmak ucunda zıplamak sporunu kullanıyodum. o da faideli, elini yumruğunu kana bulamıyosun.

livornoyu duymamışım bile ben yav. ama sen de kesin futbol takımını falan bildiğinden biliyosundur hehe.

 
Blogger design by suckmylolly.com