Canım çekiyodu çok fena. Hem yemek uydurmak, hem yemek yapmak, hem yemek yemek hem de yemek tarifi yazmak. Madem yarın food and gender konulu sunum yapıcam, tam vakti.
Şimdilik sadece gezi defterimin sayfalarını dolduran New Orleans yolculuğumda 4 gün boyunca patates kızartmasıyla, arada da misisipi derya kuzusu deep fried catfish ile beslenmek zorunda kaldım. Çünkü neden? Çünkü adamlar etten hem de deep fried etten başka hiç bir şey bilmiyolar. Sebzelerden de bi patates bi bamya. Bamya da kızartma olarak tabi, zeytinyağlı yemek değil.
İlk gün sokaklarda ağızlar heyecandan açık şekilde gezerken her yerde küçük timsah (ama crocodile olan diil, alligator olan) kafaları görüp çin malları da her yanı sarmış kardiş muhabbeti yapıyorduk. Sonra akşam yemeğinde menüyü elimize almamızla çarptı acı gerçek yüzümüze. Ne acıdır ki gerçek timsah kafatasına ellemiş bi insanım artık...
Neyse, bahsedince o kızartma yağı kokusunu hissettim bak burnumda.
Gelelim benim yemeğe. Of nası lezzetli oldu! Tam da rejim yapiim bari diyodum ki, iki gün yetecek yemeği gide gele gide gele bitirdim 5-6 saatte. Tombik teyzelerin nası o hale geldiğini anlıyorum artık. Pek datlı olmuş, bari biraz daha yiyim'le geçen bi ömür!
Ben bu tofuyu süzmeyi kesmeyi niyeyse hiç beceremiyorum arkadaş. O yüzden edebimle küp küp küp küp küp (ayyy kadıköydeki küp börek evine giderdik ne güzel kahvaltıya. Ah ahhhhh. Ama olsun, evime 10 dakika yürüme mesafesine Istanbullu diye Bakery açılıyo, yihuuuuuuu!!) kesilmişini aldım bu sefer. Ne kolaylıkmış yarab!
Önce zeytin yağı, susam yağı ve bi gıdım tatlı balzamik sirkeyi tavaya koydum, içine evde bulabildiğim tek çeşit olan beyaz susamı ekledim, balzamik sirke ve ateş sağolsun mulatto susam yaptım. Yetmedi yay şeklinde ince soğanları azcık şekerle birlikte ekleyip -siz şefler nası dersiniz- karamelize ettim. Tavanın dibi böyle çamur gibi bişi oldu. Her zamanki gibi o an altını söndürüp tavaya bi dilim ekmekle saldırma arzumu bilinç altıma itip küp börek evlerini attım tavaya. Eşekler pişmek bilmedi. Arada yarım makale okudum; müstakbel tez danışmanımın mulligatawny yani köri çorbasının tarihini gender ve class açısından incelediği makale. Sonra gözlerimi kısıp uzaklara bakarak, lan aynısını humus için de yapabilir miyik acaba dedim aptal aptal. Hemen gtalka koştum, pişt keranacı, aklıma fikir geldi dedim burcuya, ama her zamanki gibi fikri falan sallayıp hayatla dalga geçme discourse'umuza demir attık. Ha bu arada tofuları karıştırdım mütemadiyen. Hatta bi noktada içine ikiye kesilmiş brüksel lahanası attım ki tofu bi yandan lahana bi yandan bağırsakları bi iyice yorsun manyak etsin. Sonracığıma, yine her zamanki gibi "anaaaammmmm tuz!" nidalarıyla geç de olsa tuzunu koydum. İçime sinmedi, yarım çay bardağı soya sütü koydum. İçime sinmedi bi avuç rende badem koydum. İçime sinmedi çeyrek çay bardağı portakal suyu koydum. İçime sinmedi firenç kat taze fasülye koydum. O da yetmedi biraz da bezelye ve mısır ekledim. 5 tane postakartı yazdım (yemeğin en önemli aşaması bu), iki türkiyeye, bi rusyaya, bi finlandiyaya, bi de çine.
Neyse, pişti yemek.
"Sumptuous!" New York Food Review
"Deliriously Delicious!" Herald Tribune
"Oh Baby Yeah Baby!" Herıld Yani
"Var ya, offff çok güzel oldu" diyerek bu gereksiz kelimeler yumağını sanal tarihin bi parçası ediyorum. Gidiyim son tabağı da yiyim de vücut ölçülerimden en yükseği belim olsun artık!!