2009/01/25

iki haiku

After killing the spider,
A lonely
Cold night

Shiki


vazgeçiverdim
ikinci
şiirden...

barbunyanın kadim dostu bulgur pilavı

Sanırım şimdiden sıkıldım ben bu blog işinden... Maymun iştahlı derken haklıymış annem. Ama öyle olsa hala doktoraya devam eder miydim? maymun iştahlılık VS doktora zira...

Soğanı kavurmak
Domates ve salça eklemek
Öldürmek sonra onları ateşte kavurarak...
Ölmezlerse üstlerine bire bir buçuk bardak su dökerek boğmak...
Yine ölmezlerse harlı ateşte cayır cayır kaynatmak...
Bulgurla birlikte iyi ve kötü bütün anıları da dökmek tencereye.
Ne harlı (o kadar çabuk olmaz unutmak) ne de az (o kadar da boşlanmamalı ama) ateşte pişmeye bırakmak.
Tencerede başkalarının gözlerini görmek.
Nokta...

Pişmiştir diye ummaktan başka çare yok
:1

2009/01/23

Barbunya Mon Amour (litfen Morrissey dinleyerek yapalım!)

Bir adet iri kıyım soğan, bir adet sarımsak ve az adet biberi zeytinyağında kavur.
/ A la Piazza Cavour/
Suda uzun bir süre beklemiş hatta yetmemiş bir de haşlanmış barbunyalarla birlikte havuç, küçük bir domates, yarım çorba kaşığı toz şeker, tuz ve de yarım limonun suyunu tencereye at.
/Irish blood English heart.../
Küp doğranmış bir patates koy, 3 dakika (ay ne specificim diy mi bu sefer?) kavur ve çokça su ekle. Pişince üstüne maydonoz ve pul biber dök.
/And think of someone you physically admireeeee and let me kiss youuuu lölölö!


Sözlerimi "meat is murder" diyerek bitirmek isterim. Ama balıkları meat saymasak be morrisseyciğim canımın içi? Bi barbun olsa mesela şimdi, baba tarafından kızartılmış?

2009/01/22

2009/01/20

Brussel Sprouts Prepared by a Turk in Boston-- ay ne enternasyonel!

Öncelikle önerim modern dünyanın ganimetlerinden yararlanıp anamaddeyi Brüksel'e değil süpermarkete giderek edinmek. Ha keşke gidebilsen, o ayrı... ne güzeldir kim bilir oralar, gerçi ne biliyorum ki, buz gibidir belki (burası çok sıcak ya). Bi yerlere gitmek lazımsa sıcak bi yerlere mi gitmeli acaba? Neyse, yeteri kadar dağınığım şu anda, eğer yollara yolculuklara fazla takılırsam kendimi gezi fotoğraflarımın dosyalarına vurup 2 saat daha kaybetme riskim var! Ciddiyet!
Soğanı sarımsağı kavur, üstüne ekle bebeleri, biraz daha kavur, üstüne havuç ve patetes (i say patetes you say patates? ı ıh) pardon patates de ekle, salçasını tuzunu ekle, ekle de ekle, ekle ekle ekle. Üstünü anca kapatacak kadar su ekl-- koy.

Ne basit diy mi? Ah ah keşke herşey böyle olsa, istediğim malzemeleri ekleyip istediğim yaşama ulaşıversem; kıvamından memnun olmazsam su ekleyebilsem falan.

bi dakka ya, sıkıcı mıyım neyim?

2009/01/19

Yeşil Mercimek--think green, not mean:)

Bitmedi işte Glissant! Oysaki Dave Brubeck 3 kere falan döndü durdu...

En dibe inmeden kendimi toplayamayacağıma dair bi düşüncem var. O yüzden hadi biraz vaktimi daha boşa harcayayım da hiç vaktim kalmasın okumalarımı bitirmeye, sinir krizi geçirip uyumadan ders çalışayım.

O zaman tüm victorian novelcılar için gelsin bu tarif (?)


Yeşili bozuk mercimekleri bir vakit haşla, mesela soğanı soyup doğrayıp kavurana kadar, ya da yanına illa ki yapacağın pilavın aksiyonu bitene kadar. Yok ikisi de hazırsa, bir iki Yiğit Özgür? Neyse. Soğan, mercimek ve bir çorba kaşığı falan salçayı kavur bir süre. Su, tuz, pul biber ekle, kaynat fokurdat (yonca evcimik'in "sallan yuvarlan bana" şarkısı gibi olmadı mı hı? hı? hooop?). Tam filmlerdeki iğrenç hapishane ya da yetimhane yemekleri kıvamına gelsin; öyleki gözünde demir bir çanakta bu çorbayı ve bir somun bayat ekmeğini yiyen Oliver Twist ya da Kibritçi Kız canlansın.

Ama olanca çirkinliğine rağmen ne şahane bi çorba; gavurlar bile seviyor alışık olmadıkları bişi olduğu halde.

Acaba ders çalışabilir miyim artık sevgili diversion tanrısı?
Let's forget Glissant and begin Ian Watts, hadi romanı doğuralım!

2009/01/18

karda yuvarlandım oy oy, ocağa tarhana koy koy!

Adımı gugıl sörç yapıp aramalarda bu sayfanın çıkmadığını görmenin rahatlığı ve karnımın doymuş olmasının keyfiyle başlıyorum ilk tarife. Ne tarifi denecek olursa, yemek tarifi a dostlar. Çünkü bu sayfa olanca resmiyetsizliğine rağmen bendenizin yeni yemek defteri oldu. İşinde gücünde bir doktora öğrencisine bu kadar yakışmaz herhalde şu blog. Neyseki işimde gücümde pek değilim de bana yakışıyor. Yok bana da yakışmıyor gerçi ama en fazla "cık cık cık" tepkisi alırım. Zira daha büyük tepki verecek olan kişiler yani buna zaman ayırıp uğraşırken okumalarını yapmayacağım derslerin hocaları Türkçe bilmiyor. çat çat çat kel behzat! (yaşasın kötülük manasında, hani ayşen gruda'nın oynadığı "Ana" dizisindeki Kel Behzat). neyse işte, whatever...

Şimdi, bu çorbadan maksimum tat almak için önce takriben 3 saat karlarda yuvarlanmak, kantinden çalınan tepsilerle kampüsteki tepelerden çığlık çığlığa kaymak, arkadaşlarla boğuşmak, gruptaki en minik kişiyi hunharca karlara atmak, en son da kıçına kadar sırılsıklam olarak, yorgun ama vakur (mağrur diyecektim ama ekşisözlük aklımı çeldi) bir şekilde eve yürümek gerekiyor. Bu önkoşullar tamamsa tencere alına, içine sarımsaklı zeytinyağı döküle (tariflerimiz evdeki malzemelerle denen yemek kitabı reklamındaki Emine Beder geldi bak aklıma; sarımsaklı zeytinyağın yoksa zeytinyağında azıcık sarımsak kavur arkadaş!). Sonra tabi her tarhana çorbasında olduğu gibi iki kaşık domates rendesi "ila" iki kaşık salça kavurula. Nanesi pul biberi bu arada eklene. Niye derseniz, ne biliyim ben derim işte. Ben yaptım oldu, ondan. Neyse, bunlar insanın aklına "ulan çorbadan vaz geçsem de şu leziz sosa ekmek batıra batıra yesem ne güzel olur" cümlesini getirdiğinde olmuştur demek, hemen -yani şeytana uymadan- kaynar su eklene. Ne kadar? işte rengi, çorbanızda görmek istediğiniz renk olana kadar (lafa bak şimdi!). Yani çok beyazlamasın, çok da cırt kırmızı olmasın. Amaaaan koyun işte 6 su bardağı! (salladım yalnız). Bir süre sonra bu su kaynayacak, haliyle. O arada siz de bir tabağa şöyle bir 6-7 çorba kaşığı tarhana koyun, üstüne de az buçuk su ekleyin ki yımışasın keratalar. Biraz şiştiklerinde kaynayan suya dökün ama üstünüze sıçratmayın, dikkat edin. Benden uyarması. Kaynatın karıştırın. Karıştırın kaynatın. Rın rın rın rın! Çok duru oldu di mi? Kıhkıh, beceremediniz işte! Bir tarhana çorbası bile yapamadınız! Tüh size! Dur lan dur şaka yaptım. Amaç buydu zaten. Şimdi o dupduru çorbaya iki avuç erişte ekle bak nası bi anda muhteşem bişi olacak (bu arada ben senli benli oldum, "siz"i kaldırdım, kusura bakmazsın di mi?)! O erişteler suyu çekene kadar bir on dakika kadar kaynasın çorba, sonra yanına bir kase yoğurtla nası oluyor biliyor musun? Of ki ne of. İki koca kase yedim demin. Ah ah keşke annem "bolca erişte koyayım mı kızım yanına?" dediğinde hayır anne demeseydim. Keşke Amerika'ya leğen ve tas göndermesine (yaptı bunu!) daha çok muhalefet edip bavulda onlardan boşalan yeri anane tarhanası ve eriştesiyle donatsaydım!

O zaman entirimizi bir wisdomla süsleyelim: Afiyet olsun demekle deniz suyu içilmez. Puhaha, hayır bunu yazmayacaktım ama pişmanlıkla ilgili atasözü ararken yolda bunu buldum, dayanamadım yazdım.

Bir puhaha daha yazar ve the Dave Brubeck Quartet eşiliğinde Edouard Glissant'tan "Poetics of Relation"ı okumaya başlarım.

start bloggingmiş; clubbing gibi

Dur bi, yemeğimi yiyim, bulaşığımı yıkiyim; öyle yazarım. Yazacağım şey de yemek zaten. Yaşasın yemek!

 
Blogger design by suckmylolly.com